12 Nisan 2012 Perşembe
İki Cami Arasında Aşk (Mürvet Sarıyıldız)
İstanbul'da yaşayıp bir de Üsküdar'a yolu düşmüş olanlar Üsküdar sahildeki Mihrimah Sultan Camii'ni bilirler. Ben de her yoğun, yorgun ve dikkatsiz insan gibi caminin önünden hiç bakmadan, merak etmeden çok kez geçip gidenlerdenim. Adının Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem'den olma kızının adından geldiğini ve camiinin de Mihrimah Sultan adına yaptırıldığını biliyorum. Bir gün bir arkadaşım bana camiyi yapan Mimar Sinan'ın Mihrimah Sultan'a gizli aşkının olduğundan ve caminin konumu itibariyle güneş (mihr) ve ay (mah) ile ilgili bir hikayesi olduğundan bahsetmişti.
Sahafta gezerken karşılaştığım bu kitap hikayenin tamamını öğrenme isteğimi körükledi ve kendimi elimde "İki Cami Arasında Aşk" kitabıyla dükkandan çıkarken buldum. Güzel de olmuş :).
Kitapla ilgili bilgiyi kitabın yazarı Mürvet Sarıyıldız'ın sitesinden aynen alıyorum:
18 Yaşında kendi arzusu ile devşirilip payitahta getirilen Sinan, Karaboğdan Seferi sırasında gördüğü Mihrimah Sultan’a aşık olur. Bu aşk, Sinan’a önce Prut Nehrini on üç günde geçilecek köprüyü yaptırır. Payitahta dönüşte Mihrimah Sultan’ın evlendirilmesine karar verilir. Sinan ve Rüstem Paşa aday olur. Hürrem Sultan, siyasi nedenlerle kızı Mihrimah’ı Rüstem Paşa ile evlendirir.
Elli yaşında ve evli olan Sinan, bu evlilik üzerine kendini sanatına verir. Sarayın baş mimarı olur. Aşkını payitahtta yaptığı hanlar, hamamlar ve camilere yansıtır. Özellikle de aşkını Edirnekapı ve Üsküdar’da yaptığı iki cami arasına gizler.
Kitap 257 sayfa gibi görünse de arkalı önlü olmadığı için kısa sürede okunabiliyor. Yazar anlatımda sade bir dil kullanmış. Hikayenin kahramanları da tarihimizin tanıdık simaları olduğu için kitap bir günde dahi bitebiliyor. Burda kitabın asıl can alıcı ve aynı zamanda Mihrimah Sultan Camiinin hikayesini anlatmayacağım. Onu öğrenmek için kitabı okumanızı tavsiye edeceğim. Okurken hem belki de her gün önünden geçtiğiniz caminin etek giymiş kadın figürü olduğunu ve daha nicesini öğrenip Mimar Sinan'ın eserlerini dikkatlice izleme isteği duyacaksınız hem de şimdiki zamanda yaşandığına tanık olamadığımız ömürlük bir aşk hikayesinin etkisinde kalacaksınız.
İki Cami Arasında Aşk kitabının yazarı olan Mürvet Sarıyıldız, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun halen de bir ilköğretim okulunda Türkçe öğretmenliği yapmakta. Kitabı okurken yazarı ben çok eleştirdim. Çünkü benim gördüğüm zaman tüylerimi diken diken eden ve asla dayanamadığım bir yazım hatasını sıklıkla yapmış. Kimi yerde ayrı yazılması gereken -de, -da ve -ki leri bitişik, kimi yerde de bitişik yazılması gerekenleri ayrı yazmış. Özellikle de Türkçe öğretmeni olan yazara bunu hiç yakıştıramadım. Bu hata o kadar sık tekrarlanmış ki kitabın yazımı bittikten sonra kimse tarafından kontrol edilmediği fikrini bende doğurdu.
Yazarın kendisinde görmek istemediğimiz yazım hatalarının dışında kitap gayet ilgi çekici ve okunası. Fırsat bulduğunuz da, özellikle de kafanızı boşaltmak istediğinizde, mesela tatilde sahilde uzanırken okumanızı tavsiye ederim.
Sevgilerimle...
7 Nisan 2012 Cumartesi
Bahar Kahvaltısı
Bugünkü rotamız Beylerbeyi Sarayı bahçesinde kahvaltı ve sonrasında Fethi paşa korusunda yürüyüş :)
Halk oyunları ekibindeki arkadaşlarımla birlikte cumartesi kahvaltısına gidelim dedik. Mekan olarak da bir arkadaşımızın araştırmaları sonucunda Beylerbeyi Sarayı seçildi. Mekanın seçilmesindeki kriter hem güzel olması, hem orjinal olması hem de öğrenci insanın bütçesini yormayacak cinsten olmasıydı.
Kahvaltıdan genel olarak memnun kaldık. Herkesin önüne kahvaltı tabağı geldi. Tabakta üç çeşit peynir, bal, reçel, domates, salatalık, zeytin, yumurta ve kapalı bal vardı. Çay 5 fincan olduğu için sınırsız gibiydi. Bir de ekmek, poğaça, simit çeşitlemesine sahiptik ve toplamda 10 lira ödedik. O fiyata gayet güzel sayılabilecek kahvaltıda arkadaşlarla birlikte güzel bir ortamda kışın ardından güneşin koynunda olmak paha biçilemezdi :).
Niyetim kahvaltının ardından eve gitmekti ama Fethi paşa korusuna gitme planları yapılınca yeşil sever biri olarak dayanamadım ve peşlerine takıldım. Koruda en tepeye kadar tırmanıp manzaranın tadını çıkardık. Yeşili seviyorsanız, bahar geldiğinde çiçekler açınca heyecanlanıyorsanız ve kuş sesleri eşliğinde tepeleri de tırmanırım çayırlara da uzanırım diyorsanız, bu mevsimde Fethi Paşa korusu tam size göre.
Sevgilerimle...
Halk oyunları ekibindeki arkadaşlarımla birlikte cumartesi kahvaltısına gidelim dedik. Mekan olarak da bir arkadaşımızın araştırmaları sonucunda Beylerbeyi Sarayı seçildi. Mekanın seçilmesindeki kriter hem güzel olması, hem orjinal olması hem de öğrenci insanın bütçesini yormayacak cinsten olmasıydı.
Kahvaltıdan genel olarak memnun kaldık. Herkesin önüne kahvaltı tabağı geldi. Tabakta üç çeşit peynir, bal, reçel, domates, salatalık, zeytin, yumurta ve kapalı bal vardı. Çay 5 fincan olduğu için sınırsız gibiydi. Bir de ekmek, poğaça, simit çeşitlemesine sahiptik ve toplamda 10 lira ödedik. O fiyata gayet güzel sayılabilecek kahvaltıda arkadaşlarla birlikte güzel bir ortamda kışın ardından güneşin koynunda olmak paha biçilemezdi :).
Niyetim kahvaltının ardından eve gitmekti ama Fethi paşa korusuna gitme planları yapılınca yeşil sever biri olarak dayanamadım ve peşlerine takıldım. Koruda en tepeye kadar tırmanıp manzaranın tadını çıkardık. Yeşili seviyorsanız, bahar geldiğinde çiçekler açınca heyecanlanıyorsanız ve kuş sesleri eşliğinde tepeleri de tırmanırım çayırlara da uzanırım diyorsanız, bu mevsimde Fethi Paşa korusu tam size göre.
Sevgilerimle...
3 Nisan 2012 Salı
Çamlıca Tepesi
Dün arkadaşlaırmla Çalıca tepesine gittik. On senedir İstanbul'da olmama ve daha öncesinde de sürekli ailemle gelip gitmeme rağmen ilk defa gittim. Gördüğüm manzara karşısında çok şaşırdım. Tepede bir yer olması sebebiyle manzarasına dair bir fikrim vardı ama gördüğüm şey düşündüğümden çok daha güzeldi. İstanbul'a tepeden bakıp da koskoca boğazı dere gibi görmek enteresan geldi bana. Bir de doğa hayranı biri olarak baharın başlangıcında orda olmak yeni yeni yeşillenen ağaçların ardından İstanbul'u seyretmek çok iyi geldi bana. Belediyenin tesisinin yeri çok güzel ama biz orda oturmak istemedik. Çok mutaassıp geldi bize. Açıkçası manzaraya karşı oturup hararetimizi de alması için birer bira içmek istedik. Sonrasında kendimizi Sefa Cafe diye bir yerde bulduk. Mekana dışarıdan bakınca bir de içine de bakınca pek iç açıcı değildi. Terasına çıktığımızda enfes bir manzarayla karşılaştık. Genel Çamlıca ambiyansının yanında oturma yerlerini aşağıdaki koruluğu doğru vermişler yani otururken yeşile boğulmak mümkün :). Oturduk biralarımızı yudumlarken güneşin batışını seyrettik. Mest olmuş bir şekilde de ayrıldık.
İlk defa gittim ve çok beğendim. Çamlıca tepesi İstanbulu bilmeyen birine gezdirilecek yerler listemde yoktu. Bundan sonra öyle bir durum olduğunda kesin orda olacağım.
Sevgilerimle...
MALAFA (Hakan Günday)
Malafa'yı okumayı henüz bitirmedim ama çok az kaldığı için hakkında konuşabilme hakkını kendimde buluyorum. Kitap Antalya'da bir kuyumcu hanında yaşanan bir günü anlatıyor. Evet ana karakter üzerinden sadece bir günü anlatıyor. Kuyumcu Hanında yaşananlar ve yaşayanların profilleri o kadar renkli ki bir günü anlatmak bir kitap boyu sürebilmiş.
Kitabın arka sayfa yazısını direk Hakan Günday'ın sitesinden alıyorum:
"Bir kuyumcu dükkânının kapısından giriyorsunuz. Gösterişli, albenili bir dükkân burası. Pahalı mücevherlere ulaşıyorsunuz. Ama önce tezgâhtarlar... Yani tezgah. Önce tezgahtan geçiyorsunuz. Ya da hep tezgâhta kalıyorsunuz. Hayatta da olduğu gibi... Bir kuyumcu dükkânına kocaman bir dünyayı sığdırıyor Hakan Günday.. Kozan, ana karakaterimiz tezgâhtardır. Eline ne geçerse satabilecek kadar başarılı… Ağzı laf yapan, herkesi ikna edebilecek kadar laf yapan bir tezgâhtar. Onun kullandığı dili kullanıyor Günday da. O jargonla konuşuyor. Satmak dışında dünyada olup biten hiçbir şeyi umursamayan Kozan da bugünün insanını yeniden tanımlıyor. Yüzeysellik ve satmak… Her şeyden ve hepsinden önemlisi satmak, yani başarı. Kocaman bir yalanın hüküm sürdüğü bu büyük kuyumcu, ona göre, büyük bir kuyu. Bir hayaller ve yalanlar diyarı burası. Hakan Günday Malafa’da eğlenceli bir düzen eleştirisine imza atıyor."
Hakan Günday sıradan olmayan anlatım şeklini Malafa'da da kullanmış. Kitapta yaşananlar belki bir şeyler satarak hayatını kazananların tepkisini çekebilir; ama esas anlatılan insanların günlük hayatlarında gözlerinin ne şekilde boyanabileceği, kelime oyunlarıyla alma niyeti dahi yokken insanlara bir şeyler satmanın mümkün olabileceği. Kitapta bazen de harcanmış hayat hikayelerine şahit oluyoruz.
Kitapta kullanılan bazı kelimeler yazarın ürünü. Biraz argoya kaçan bu kelimeler aslında gerçek dilde bir anlam ifade etmediği ve kitabın içinde kelime anlamları çıkarılabildiği için okurda "Aaa yazar küfretmiş" fikri yaratmıyor. Hatta ilk sayfaları okurken ben kendimi tam hakim olmadığım bir yabancı dilde kitap okuyormuşum gibi hissettim. Cümleler geçtikçe kelime anlamlarını çözdüm.
Malafa benim Hakan Günday'ın kaleminden çıkmış okuduğum dördüncü kitabı. Daha önce okuduklarım; Zargana (2002), Piç (2003) ve Az (2011). Yazarın anlatımını çok beğeniyorum. Malafada'da değindiği kelime oyunlarına romanlarında sıkça yer veriyor. Sizin okurken düşünmediğiniz noktalara parmak basıp dikkatinizi o yöne çekebiliyor. Aile fertlerimden yazarın kitaplarından okuyanlar, kitapların çokça depresif olduğunu düşündüler. Bense anlatılan hikayelerden çok yazarın diline olan hayranlığımdan romanlarını okumaya devam ediyorum. Ayrıca Hakan Günday'ın sıradan olmayan bir hayatı olduğunu ya da sıradan olmayan bir düşünce yapısının olduğunu düşünüyorum.
Malafa'yı ve beraberinde Hakan Günday'ın okuduğum diğer kitaplarını tavsiye ediyorum. Bu kitabın ardından araya başka yazarlar koyduktan sonra da kendim için diğer Hakan Günday kitaplarını okuyabilmeyi diliyorum :)
Sevgilerimle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)