17 Haziran 2012 Pazar

Rüzgar bir şeyler anlatsa,
Dinlesem.
Neden sevgilerin dozunda eşitlik olmaz ki?
Neden karşındakini kendin kadar duygularına tutkun zannedersin ki?
Neden bile bile hayal kırıklığına uğrarsın ki?
Neden?

"Bahçede" şarkısını dinlerken;
Bir yaz gecesinde ateş böceklerini seyretmeleri, hanımeli kokularını,
Yönsüz yolsuz kanat çırpıp özgürlüğe uçuşları bile iki kişilik düşünmek...
Çok sevmekten mi?
Kendinden verebileceklerinin sınırsızlığını karşındakinden aynı ölçüde görememek mi hayal kırıklığını doğuran?
Ve hayal kırıklığı mı sonu getiren?






12 Nisan 2012 Perşembe

İki Cami Arasında Aşk (Mürvet Sarıyıldız)


İstanbul'da yaşayıp bir de Üsküdar'a yolu düşmüş olanlar Üsküdar sahildeki Mihrimah Sultan Camii'ni bilirler. Ben de her yoğun, yorgun ve dikkatsiz insan gibi caminin önünden hiç bakmadan, merak etmeden çok kez geçip gidenlerdenim. Adının Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem'den olma kızının adından geldiğini ve camiinin de Mihrimah Sultan adına yaptırıldığını biliyorum. Bir gün bir arkadaşım bana camiyi yapan Mimar Sinan'ın Mihrimah Sultan'a gizli aşkının olduğundan ve caminin konumu itibariyle güneş (mihr) ve ay (mah) ile ilgili bir hikayesi olduğundan bahsetmişti.

Sahafta gezerken karşılaştığım bu kitap hikayenin tamamını öğrenme isteğimi körükledi ve kendimi elimde "İki Cami Arasında Aşk" kitabıyla dükkandan çıkarken buldum. Güzel de olmuş :).



Kitapla ilgili bilgiyi kitabın yazarı Mürvet Sarıyıldız'ın sitesinden aynen alıyorum:

18 Yaşında kendi arzusu ile devşirilip payitahta getirilen Sinan, Karaboğdan Seferi sırasında gördüğü Mihrimah Sultan’a aşık olur. Bu aşk, Sinan’a önce Prut Nehrini on üç günde geçilecek köprüyü yaptırır. Payitahta dönüşte Mihrimah Sultan’ın evlendirilmesine karar verilir. Sinan ve Rüstem Paşa aday olur. Hürrem Sultan, siyasi nedenlerle kızı Mihrimah’ı Rüstem Paşa ile evlendirir.
Elli yaşında ve evli olan Sinan, bu evlilik üzerine kendini sanatına verir. Sarayın baş mimarı olur. Aşkını payitahtta yaptığı hanlar, hamamlar ve camilere yansıtır. Özellikle de aşkını Edirnekapı ve Üsküdar’da yaptığı iki cami arasına gizler.

Kitap 257 sayfa gibi görünse de arkalı önlü olmadığı için kısa sürede okunabiliyor. Yazar anlatımda sade bir dil kullanmış. Hikayenin kahramanları da tarihimizin tanıdık simaları olduğu için kitap bir günde dahi bitebiliyor. Burda kitabın asıl can alıcı ve aynı zamanda Mihrimah Sultan Camiinin hikayesini anlatmayacağım. Onu öğrenmek için kitabı okumanızı tavsiye edeceğim. Okurken hem belki de her gün önünden geçtiğiniz caminin etek giymiş kadın figürü olduğunu ve daha nicesini öğrenip Mimar Sinan'ın eserlerini dikkatlice izleme isteği duyacaksınız hem de şimdiki zamanda yaşandığına tanık olamadığımız ömürlük bir aşk hikayesinin etkisinde kalacaksınız.

İki Cami Arasında Aşk kitabının yazarı olan Mürvet Sarıyıldız, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun halen de bir ilköğretim okulunda Türkçe öğretmenliği yapmakta. Kitabı okurken yazarı ben çok eleştirdim. Çünkü benim gördüğüm zaman tüylerimi diken diken eden ve asla dayanamadığım bir yazım hatasını sıklıkla yapmış. Kimi yerde ayrı yazılması gereken -de, -da ve -ki leri bitişik, kimi yerde de bitişik yazılması gerekenleri ayrı yazmış. Özellikle de Türkçe öğretmeni olan yazara bunu hiç yakıştıramadım. Bu hata o kadar sık tekrarlanmış ki kitabın yazımı bittikten sonra kimse tarafından kontrol edilmediği fikrini bende doğurdu.

Yazarın kendisinde görmek istemediğimiz yazım hatalarının dışında kitap gayet ilgi çekici ve okunası. Fırsat bulduğunuz da, özellikle de kafanızı boşaltmak istediğinizde, mesela tatilde sahilde uzanırken okumanızı tavsiye ederim.

Sevgilerimle...

7 Nisan 2012 Cumartesi

Bahar Kahvaltısı

Bugünkü rotamız Beylerbeyi Sarayı bahçesinde kahvaltı ve sonrasında Fethi paşa korusunda yürüyüş :)


Halk oyunları ekibindeki arkadaşlarımla birlikte cumartesi kahvaltısına gidelim dedik. Mekan olarak da bir arkadaşımızın araştırmaları sonucunda Beylerbeyi Sarayı seçildi. Mekanın seçilmesindeki kriter hem güzel olması, hem orjinal olması hem de öğrenci insanın bütçesini yormayacak cinsten olmasıydı.
Kahvaltıdan genel olarak memnun kaldık. Herkesin önüne kahvaltı tabağı geldi. Tabakta üç çeşit peynir, bal, reçel, domates, salatalık, zeytin, yumurta ve kapalı bal vardı. Çay 5 fincan olduğu için sınırsız gibiydi. Bir de ekmek, poğaça, simit çeşitlemesine sahiptik ve toplamda 10 lira ödedik. O fiyata gayet güzel sayılabilecek kahvaltıda arkadaşlarla birlikte güzel bir ortamda kışın ardından güneşin koynunda olmak paha biçilemezdi :).



Niyetim kahvaltının ardından eve gitmekti ama Fethi paşa korusuna gitme planları yapılınca yeşil sever biri olarak dayanamadım ve peşlerine takıldım. Koruda en tepeye kadar tırmanıp manzaranın tadını çıkardık. Yeşili seviyorsanız, bahar geldiğinde çiçekler açınca heyecanlanıyorsanız ve kuş sesleri eşliğinde tepeleri de tırmanırım çayırlara da uzanırım diyorsanız, bu mevsimde Fethi Paşa korusu  tam size göre.

Sevgilerimle...

3 Nisan 2012 Salı

Çamlıca Tepesi


Dün arkadaşlaırmla Çalıca tepesine gittik. On senedir İstanbul'da olmama ve daha öncesinde de sürekli ailemle gelip gitmeme rağmen ilk defa gittim. Gördüğüm manzara karşısında çok şaşırdım. Tepede bir yer olması sebebiyle manzarasına dair bir fikrim vardı ama gördüğüm şey düşündüğümden çok daha güzeldi. İstanbul'a tepeden bakıp da koskoca boğazı dere gibi görmek enteresan geldi bana. Bir de doğa hayranı biri olarak baharın başlangıcında orda olmak yeni yeni yeşillenen ağaçların ardından İstanbul'u seyretmek çok iyi geldi bana. Belediyenin tesisinin yeri çok güzel ama biz orda oturmak istemedik. Çok mutaassıp geldi bize. Açıkçası manzaraya karşı oturup hararetimizi de alması için birer bira içmek istedik. Sonrasında kendimizi Sefa Cafe diye bir yerde bulduk. Mekana dışarıdan bakınca bir de içine de bakınca pek iç açıcı değildi. Terasına çıktığımızda enfes bir manzarayla karşılaştık. Genel Çamlıca ambiyansının yanında oturma yerlerini aşağıdaki koruluğu doğru vermişler yani otururken yeşile boğulmak mümkün :). Oturduk biralarımızı yudumlarken güneşin batışını seyrettik. Mest olmuş bir şekilde de ayrıldık. 

İlk defa gittim ve çok beğendim. Çamlıca tepesi İstanbulu bilmeyen birine gezdirilecek yerler listemde yoktu. Bundan sonra öyle bir durum olduğunda kesin orda olacağım.

Sevgilerimle...

MALAFA (Hakan Günday)

Malafa'yı okumayı henüz bitirmedim ama çok az kaldığı için hakkında konuşabilme hakkını kendimde buluyorum. Kitap Antalya'da bir kuyumcu hanında yaşanan bir günü anlatıyor. Evet ana karakter üzerinden sadece bir günü anlatıyor. Kuyumcu Hanında yaşananlar ve yaşayanların profilleri o kadar renkli ki bir günü anlatmak bir kitap boyu sürebilmiş. 


Kitabın arka sayfa yazısını direk Hakan Günday'ın sitesinden alıyorum:

"Bir kuyumcu dükkânının kapısından giriyorsunuz. Gösterişli, albenili bir dükkân burası. Pahalı mücevherlere ulaşıyorsunuz. Ama önce tezgâhtarlar... Yani tezgah. Önce tezgahtan geçiyorsunuz. Ya da hep tezgâhta kalıyorsunuz. Hayatta da olduğu gibi... Bir kuyumcu dükkânına kocaman bir dünyayı sığdırıyor Hakan Günday.. Kozan, ana karakaterimiz tezgâhtardır. Eline ne geçerse satabilecek kadar başarılı… Ağzı laf yapan, herkesi ikna edebilecek kadar laf yapan bir tezgâhtar. Onun kullandığı dili kullanıyor Günday da. O jargonla konuşuyor. Satmak dışında dünyada olup biten hiçbir şeyi umursamayan Kozan da bugünün insanını yeniden tanımlıyor. Yüzeysellik ve satmak… Her şeyden ve hepsinden önemlisi satmak, yani başarı. Kocaman bir yalanın hüküm sürdüğü bu büyük kuyumcu, ona göre, büyük bir kuyu. Bir hayaller ve yalanlar diyarı burası. Hakan Günday Malafa’da eğlenceli bir düzen eleştirisine imza atıyor."

Hakan Günday sıradan olmayan anlatım şeklini Malafa'da da kullanmış. Kitapta yaşananlar belki bir şeyler satarak hayatını kazananların tepkisini çekebilir; ama esas anlatılan insanların günlük hayatlarında gözlerinin ne şekilde boyanabileceği, kelime oyunlarıyla alma niyeti dahi yokken insanlara bir şeyler satmanın mümkün olabileceği. Kitapta bazen de harcanmış hayat hikayelerine şahit oluyoruz.

Kitapta kullanılan bazı kelimeler yazarın ürünü. Biraz argoya kaçan bu kelimeler aslında gerçek dilde bir anlam ifade etmediği ve kitabın içinde kelime anlamları çıkarılabildiği için okurda "Aaa yazar küfretmiş" fikri yaratmıyor. Hatta ilk sayfaları okurken ben kendimi tam hakim olmadığım bir yabancı dilde kitap okuyormuşum gibi hissettim. Cümleler geçtikçe kelime anlamlarını çözdüm.

Malafa benim Hakan Günday'ın kaleminden çıkmış okuduğum dördüncü kitabı. Daha önce okuduklarım; Zargana (2002), Piç (2003) ve Az (2011). Yazarın anlatımını çok beğeniyorum. Malafada'da değindiği kelime oyunlarına romanlarında sıkça yer veriyor. Sizin okurken düşünmediğiniz noktalara parmak basıp dikkatinizi o yöne çekebiliyor. Aile fertlerimden yazarın kitaplarından okuyanlar, kitapların çokça depresif olduğunu düşündüler. Bense anlatılan hikayelerden çok yazarın diline olan hayranlığımdan romanlarını okumaya devam ediyorum. Ayrıca Hakan Günday'ın sıradan olmayan bir hayatı olduğunu ya da sıradan olmayan bir düşünce yapısının olduğunu düşünüyorum.

Malafa'yı ve beraberinde Hakan Günday'ın okuduğum diğer kitaplarını tavsiye ediyorum. Bu kitabın ardından araya başka yazarlar koyduktan sonra da kendim için diğer Hakan Günday kitaplarını okuyabilmeyi diliyorum :)

Sevgilerimle...

28 Mart 2012 Çarşamba

PAÇİ Bir Karadeniz Komedisi

Caddebostan Kültür Merkezi'nde 27 mart dünya tiyatrolar günü kapsamında bir tiyatro oyunu sergilendi: PAÇİ Bir Karadeniz Komedisi. Oyunla ilgili bilgiyi CKM nin sitesinden aynen alıyorum:


"KADIKÖY BELEDİYESİ DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ETKİNLİĞİ PAÇİ” BİR KARADENİZ KOMEDİSİ”

Yazan: Burak Akyüz
Yöneten: Kemal Başar
Müzik: Fuat Saka
SahneTasarımı: Sadık Kızılağaç
Çizimler: Gürcan Yurt
Oyuncular: Erkan Can, Neslihan Yeldan,Murat Taşkent, Faruk Akgören,Fehmi Karaaslan ,Tuğçe Güleç ,Nazif Uğur Tan.

Karadeniz kadar renkli insanlarıyla dalga dalga bir komedi. Yaşadığı küçük şehirde tiyatro yapmaya çalışan bir adam ve arkadaşları karşısında Karadeniz`i değiştirmeye, bozmaya, satmaya, talan etmeye çalışan herşey. Modern bir Donkişot öyküsü: Karadeniz insanı, toprağını, akarsularını, denizini korumak için yenidünya düzeninin yel değirmenlerine karşı.
Ücretsiz Kadıköy Belediyesi Etkinliği"

Oyun bilgilerini ilk gördüğümde ilgimi çeken ve beni bir salı akşamı saat 20:30' da CKM'ye gitmeye ikna eden noktaları paylaşmak istiyorum. Öncelikle Karadenizli biri olarak oyunun adını okuduğum ilk anda oyun beni kazandı. Genelde karadenizi (özellikle doğu karadeniz) konu alan, o bölgedeki insanların yaşamlarından kesitler sunan bir çalışma karadenizli olmayan insanlar tarafından sevilemeyebiliyor. Bu genellememe tiyatro oyunlarını da sinema filmlerini de katıyorum. Sevmemelerinin nedeni de orda sıkça kullanılan sözlerin, deyişlerin ya da yaşam kesitlerinin başkalarına kendi hayatlarından örnekler sunmayıp tanıdık gelmiyor olmasıdır. Öyle ki gittiğimiz yerlerde izlerken biz ailece kahkaya boğulurken kimseden ses çıkmaması bunun en güzel kanıtı diyebilirim.

Tam tersine başkalarının hoşuna gidip de karadenizlilerin hoşuna gitmeyen ise ordaki konuşma dilindeki yapmacıklıktır. Televizyon dizilerinde sıkça rastladığımız bu durum beni oyunla ilgili tereddütte bıraktı. Ama oyunculara bakıp da Erkan Can'ı gördüğümde böyle bir sıkıntı ile karşılaşmayacağımızı anladım. Sadece kendi dilinde başarı sağlamakla kalmayıp, oyuncu arkadaşlarına da bu konuda çalışmalar esnasında destek olacağını düşünüp içimi rahatlatabildim. Sonuç olarak dil konusunda Erkan Can tabiki de muhteşemdi. Diğer oyuncular da çok rahatsız etmeyecek şekilde oyunu sergilediler. Karadeniz'e dokunan yerlerinden biri de horon etmeleriydi. Keşke birazcık ona çalışıp hep tiye alma şeklinde kollar havada titreme hareketini yapmasalardı. Bir ara Nazif Uğur Tan horonda erkeklerin 'makas' figürünü yaptı. Algıda seçicilikten ötürü dikkatimi çekti. Takdir ettim. Bravo dedim.

Müziklerinin Fuat Saka'ya ait olmasıyla birlikte heyecanlandım. Çünkü Fuat Saka babamın çocukluktan mahalleden arkadaşı imiş. Evimizde babamında içinde olduğu bir fotoğraf karesi var. Fotoğrafta Fuat Saka boğazlı kazağıyla bıçkın delikanlı pozu vermiş :). Nedense oyun öncesinde Fuat Saka'nın da salonda olacağı ve onunla konuşma fırsatı yakalayabileceğimi düşünmüştüm. Ama elbette orda değildi. Sonradan düşününce neden orda olsundu ki? Düşünün artık ne kadar heyecenlanmışım :).

Diğer bir ilgimi çeken nokta ise oyunun ücretsiz olmasıydı. Ne yazık ki tiyatro sever ve tiyatroyu destekler biri olarak özel tiyatroları 35-60 lira vererek takip edemiyorum. (İlerde gidebileceğimi ümit ediyorum) Ancak bütçeme uygun olarak devlet ve şehir tiyatrolarını takip edebildiğim için bu oyuna da koşarak gitmem gerektiğine karar verdim. Sorun ücretsiz bir etkinliğe saat kaçta gitmek gerekir ki ayakta ve açıkta kalınmasın. 19:15 gibi gittik ve kapıda yoğun bir kalabalık vardı. Salona girip ancak arkalardan izleme şansımız olacak diye düşünürken ikinci bir kapıdan da giriş sağlanacağını söylediler ve en arkadaki biz koşturarak en öne geçtik :). Önlerde güzel bir yerden izledik. Yerlerin belli olmaması nedeniyle giriş esnasında tam bir izdiham yaşandı. Koltukların tepelerinden atlayanlar mı istersiniz birbirinin ayaklarını ezerek koşuşturanlar mı hepsi vardı. Halbuki ücretsiz de olsa bilet kesilseydi ve bileti önce alanların yer seçme lüksünün olabileceği bir organizasyon olsaydı tiyatroya yakışmayan böyle bir olay yaşanmasaydı. Oyun başlamadan salon pazar yerine dönmeseydi.

Oyun bazen beklentilerimizin altında olabildi ama adetimiz değil çıkmadık. Çıkıp da çıkarken "ayy tiyatroyu da çok severiz ama oyunda çok sıkıldık" diyenlere de anlam veremedik. Emeğe saygının genel kural olması gerektiğini düşündüğümüzden yadırgadık.

Güzel ve eleştirilere çokca açık bir tiyatro gecesiydi. Dünya tiyatrolar gününde oyunlarda bir bildirge okunurmuş. Bunu da öğrenmiş olduk.

Sevgilerimle..


İş Tesadüfleri Sever

Dün gittiğim bir kariyer etkinliğinde tam da tüm adaylarla aynı şansa sahip olduğumu ve aralarında fark yaratacak bir şey yapmam gerektiğini düşünürken tesadüfler silsilesi benim için başladı :)

İlk tesadüfümüz insan kaynakları işe alım müdürünün benim de aralarında olduğum bir grup öğrenci+yeni mezunun sohbet halinde olduğu masaya gelmesiydi. Evet şunu kabul etmek gerekir ki çoğu masayı gezen ik müdürünün bizim masamıza da uğraması çok da büyük bir tesadüf olmasa da uğramaması durumunda hikayenin geri kalanı gerçekleşmeyecekti. Devam edelim.. İk işe alım müdürünün masamıza gelmesiyle masamız şenlendi. Özellikle de etkinlik öncesinde yapılan panel mülakatta ik müdürünün içinde yar aldığı gruptan 2 arkadaş -ki bizim masadaydılar- için sohbet etmek üzere sebep çıkmış oldu. Ben de o esnada bişeyler desem de akılda kalsamı düşünüyordum. O sırada bana dönerek sen ne istiyorsun dedi ki bu kritik bir noktaydı. Ben de çok istediğim spesifik ve net bölümü söyledim. Sonrasında müdürümüz aramızdan ayrıldı.

İkinci tesadüfümüz (arada bir buçuğu atlamış olabilirsiniz diye hatırlatayım o bahsettiğim iki arkadaşın masamızda olması) istediğim bölümden sorumlu müdürün kariyer etkinliğinde bulunması oldu. İşe alım müdürü gidip benden bahsetmiş senin bölümünü isteyen ve çok net olan bir arkadaş var diye. Bana seslendiler ve yanlarına gittim. Sonu cv ni bana bir gönderirsen yardımcı olabilirme uzanan bir sohbet başladı aramızda. Mail adresini istedim kendisinden yanında kartı yokmuş. vee 3. tesadüfümüz böylece yola çıktı :)

Üçüncü tesadüfümüz o departmanda benim üniversite hazırlıktan arkadaşımın çalışıyor olmasıydı. Mail adresini arkadaşımdan alıp cv mi gönderebileceğimi söyledi. Ben de sonuç olarak dediğini yaptım ve şu an için beklemedeyim.

Sonucu ne olacak bilmiyorum. Olumlu bir dönüş de alabilirim almayabilirim de ama bildiğim bişey var. O da o an için kariyer etkinliğinde yer alan diğer adaylardan bir tesadüfler silsilesiyle ayrılmış olmam. Çok iyi yerlerde iş başı yapan arkadaşlarıma bakıyorum. Onlar da çoğunlukla tesadüfler sonucunda oralara yerleştiler. Tabiki de bu bahsettiklerim yeterli değil. Ama önemli birer kapı olduklarını düşünüyorum. Kendiniz çok çabalasanız da maalesef ki bazen şansın da sizin yanınızda olması gerekiyor.

Hayatınız boyunca şansınız bol, tesadüfleriniz denk olsun :)

Sevgilerimle..


26 Mart 2012 Pazartesi

GİRİŞ

Evet bloğumun adı çorbacı dükkanı oldu. Sanılmasın ki burda içinde çorba tarifleri ya da istanbulda vb. yerlerde çorba içilecek en iyi mekanlar bilgileri yer alacak. İsmi tamamen kendi soyadımdan yola çıkarak koydum. Doğrusunu söylemek gerekirse çok da sempatik geldi.
Bloguma içimden ne geliyorsa onları yazacağım. Bunlar yaşadığım bir olaydan yaptığım çıkarımlardan gezdiğim gördüğüm yerlere kadar her şey olabilir.
Umarım güzel şeyler paylaşmayı başarabilirim.
Sevgilerimle..